Zırhlı Hüseyin Efendi

Kalkandereli Bir Mutasavıf: Zırhlı Hüseyin Efendi Hayatı/Biyografisi

Zırhlı Hüseyin Efendi
Zırhlı Hüseyin Efendi
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hayatın her alanını kuşatan ve tanzim eden dini hayatın önemli bir cüzünü oluşturan tasavvuf, kişinin görünenin dışında, iç dünyasını, kalbini, ruhunu temizlemeyi ve olgunlaştırmayı amaçlar, bu nedenle kalpleri fethetmenin en güzel yolu olarak tarif edilir. Tasavvufî ekollerin önderleri olan şeyh unvanına sahip kişiler, intisap ettikleri mürşîd-i kâmillerin rahle-i tedrisinden geçerek bu makama ulaştırılmış seçkin kişiler olarak bilinir. Bu kişilerin tarih boyunca İslâm ümmetinin sosyal hayatında önemli roller üstlenmeleri ve yer yer cemiyeti yönlendirmeleri, sahip oldukları manevî kuvvetin neticesi olarak görülür.

Tasavvufta amaç, İslâm dininin temel kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hadis-i şeriflerinin gösterdiği istikamette yaşayarak, gönlü kötülüklerden temizleme ve Allah aşkıyla doldurmaktır. Tarih boyunca İslâm dünyasının her yerinde büyük yol göstericiler öncülüğünde insanlara tebliğ ve tâlim edilmiş olan sistemli bu öğreti, zaman içerisinde çeşitli ekollere ayrılmıştır. Bu yolların önderlerine mürşid veya şeyh, üyelerine de mürid, derviş veya sâlik denir. Müridler kendisine talim edilen zikir ve dersleri, düzenli olarak yerine getirmekten başka, haftada bir de bizzat şeyhin veya vekilinin riyasetinde toplanarak da yerine getirmektedirler. Bu zikir ve derslerin temelinde Kur’ân-ı Kerîm’den ayet ve surelerin yanı sıra çeşitli salavât, duâ ve münâcaatlar bulunur.

Tasavvuf ilmi ile Hz. Muhammed (s.a.v.)’in söz, hareket ve ahlâkına uyulur, yolundan gidilerek manevî dereceler kazanılması sağlanır. Yapılması gereken ve sakınılması icap eden hususları öğreten tasavvufî zühd ile Allah’ın rızasına, sevgisine ve muhabbetine ulaşmak hedeflenir.

Ehl-i sünnete bağlı mutasavvıflar şeriatsız tarikatın şeytan işi olduğu düşüncesinden hareketle, tarikatlerin mevcut öğretilerini şeriatın emir ve yasaklarıyla sınırlandırmış, bu öğretiyi şeriata uygun yaşama öğretisi olarak değerlendirmişlerdir. Bu durumu son devrin Nakşibendiye-i müceddidiye mürşîd-i kâmili Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) hazretleri “Tarikat ve hakikat şeriatın tamamlayıcılarıdır” şeklinde ifade etmiştir.

Türklerin İslâmiyet’i kabul ettiği dönemde tasavvufun en güçlü merkezi olan Horasan’da yetişen şeyh ve dervişler, fikirlerini Türkler arasında rahatlıkla yayma imkânı bulmuştur. Özellikle Hoca Ahmed Yesevî hazretleri, Türkler arasında İslâmî inancın yaygınlaşmasında kilit bir rol üstlenmiştir. Tasavvuf, Ahmed Yesevî’nin vefatından sonra Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletleri dönemindeki sosyal ve siyasî şartların getirdiği ortamla birlikte Türkler arasında gittikçe yaygınlaşmıştır.

İslâm ordularının, bir beldeyi fethinden önce veya hemen sonra bölgeye giden tasavvuf ehli şeyh ve dervişler, oralarda kurdukları dergâh ve tekkeler ile gayrimüslim halka İslâm ahlâkını aşılamış ve gönül hoşnutluğu ile hidayete ermelerini sağlamışlardır.

İncelenen arşiv belgeleri ve vakfiyelerden anlaşıldığına göre 1800’lerin ilk yarısından itibaren Rize şehrinde biri Kadirî diğeri de Nakşibendî tarikatına ait olmak üzere iki tekke (dergâh) faaliyette bulunmuştur. Salnamelerden edinilen bilgilere göre ise 1904 yılına kadar durum değişmemiş olup Rize’deki bu iki tekke varlığını sürdürmüştür. Bu tekkelerden Kadirî tarikatına ait olanı şimdiki şehir meydanında o zamanki Hükümet Konağının arkasında, deniz tarafın idi. Rize merkezde faaliyet gösteren Nakşibendî Tekkesi ise Orta Cami yakınındaki şadırvanın üstünde bulunmaktaydı. Bu tekkenin tespit edilen ilk şeyhi Kırım’ın Kefe şehrinden Rize’ye göç edip Kale Mahallesi’ne yerleşmiş Hacı Abdullah Efendi adlı bir zattı.

Rize bölgesinde müntesibi bulunan bir başka tarikat da Halvetîliktir. Halvetîlik İslâm dünyasında en yaygın tarikatlardan biridir. Asırlar boyu bu tarikattan doğan birçok tarikat olmuş ve farklı adlarla yaygınlık kazanmıştır. Bu nedenle Halvetî tarikatına “Tarikat Fabrikası” denmiştir. Halvetî tarikatının Rize’de müntesibi bulunan kolu Şabaniye-i Çerkeşiye şubesidir. Bu şube Mustafa Çerkeşî hazretleri tarafından tesis edilmiştir. Mustafa Çerkeşî hazretlerinin halifelerinden biri Ankaralı Tiridzade Hüseyin Efendi, onun da halifelerinden biri Yozgatlı Şeyh Aziz Ahmed Hakkı Efendi’dir. O tarihte Yozgat, Ankara’ya bağlı olduğu için bu zat kayıtlara “Ankaralı Ahmed Efendi” olarak geçmiştir. Şeyh Ahmed Efendi tarikatın neşrinde büyük gayret ve himmet göstermiş ve yetiştirdiği Doğu Karadenizli halifeleri sayesinde tarikatın Rize – Trabzon bölgesinde neşredilmesini sağlamıştır.

Şeyh Ahmed Efendi’nin Karadeniz bölgesine gönderdiği halifelerinden biri Zırhlı Hüseyin Efendi’dir. Kalkandere’nin Aksu (Pasalet) Mahallesi’nden olan Zırhlı Hüseyin Efendi 1838 yılında doğdu. Babası Feyizoğlu Memiş, annesi Hatice Hanım’dır. Henüz delikanlılık çağında tasavvufa meyledip Halvetiye tarikatı şeyhlerinden Şeyh Aziz Ahmed Hakkı Efendi’ye intisap etmiştir. Şeyh Aziz Ahmed Hakkı Efendi tarikatın neşrinde büyük gayret ve himmet göstererek hilafet verdiği Hüseyin Efendi ile Trabzon’un Köprübaşı ilçesi Gilima (Kahramanlar) köyünden Osman Sıdkı Efendi ve Gündoğdu’dan Kopuzoğlu Mehmed Ali Efendi’yi tarikatı neşretmek için Doğu Karadeniz bölgesine göndermiştir.

Hüseyin Efendi’nin “zırhlı” lakabını almasının sebebi şu şekilde nakledilir: Hüseyin Efendi, Osmanlı donanmasında bahriye askeri olarak vatani görevini yaptığı gemi, İstanbul boğazı yoluyla seyre çıkmıştı. Hüseyin Efendi bu esnada geminin geçeceği rotanın hemen yakınında, İstanbul Boğazı civarındaki hocasını ziyaret etmek istiyordu. Bu arzusunu gemi komutanına arz edince, komutanı seyir esnasında duramayacaklarını söyleyerek ret cevabı vermişti. Şeyhine çok yakın bir yerden geçecek olmasına rağmen onu ziyaret edememenin üzüntüsüyle makine dairesine inen Hüseyin Efendi, burada zikir ve murakabeye dalmıştı. Bir müddet sonra gemi Hüseyin Efendi’nin hocasının ikamet ettiği yerin sahilinden geçerken arızalanıp durmuş ve yapılan müdahalelere rağmen çalıştırılması mümkün olmamıştı. Bu esnada makine dairesinin bir kenarında murakabeye dalmış olan Hüseyin Efendi’nin bu durumu gemi komutanına iletilmişti. Bunun üzerine kumandan hatasını fark edip Hüseyin Efendi’yi yanına çağırmış ve hocasını ziyaret edebileceğini söylemişti. Hüseyin Efendi de karaya çıkıp ziyaretini yapmış, tekrar gemideki vazifesinin başına dönünce gemi çalışıp seyrine devam etmişti. Bu hadiseden sonra Hüseyin Efendi “Zırhlı” lakabıyla anılmaya başlanmıştır.

Şeyh Aziz Ahmed Hakkı Efendi’nin halifeleri olarak memleketlerine dönen Osman Sıdkı Efendi ile Zırhlı Hüseyin Efendi’den, her biri kendi köylerine yerleşerek Halvetiye tarikatını neşretmeye başlamışlardır. Halifelerden Osman Sıdkı Efendi, Gilima köyündeki baba evine yerleşmiş ve köy camisinde gençlere Kur’ân-ı Kerîm dersleri vermeye başlamıştı. Halveti tarikatı üzerinden irşad faaliyetlerine önce akrabalarının bulunduğu Makavla (Petekli) köyünde başlayan Osman Sıdkı Efendi, bu eğitimlerin yanı sıra düzenlediği zikir meclisleri de kısa zamanda ilgi uyandırmıştır. Törenlere katılımın artması üzerine, Osman Sıdkı Efendi bir tekke inşa ederek irşad faaliyetlerine burada devam etmeye karar vermiştir. Ancak Makavla ve çevre köylerde uygun bir yer temin edemediği gibi kendi köyü Gilima da nüfus bakımından küçük ve fakir bir köy olduğundan böyle bir tekkeyi inşa etmek ve yaşatmak bu köyün ahalisi için mümkün görülmüyordu. Bu nedenle imkânı müsait bir köy ve yer arayışına girilmiş, bu arayıştan haberdar olan Güneşara köyünden Cerrahoğlu Hacı Hasan Efendi, Osman Sıdkı Efendi’yi davet ederek inşa edilecek tekke için yer verip yardımcı olacağını bildirmiştir. Cerrahoğlu Hacı Hasan Efendi’ye misafir olan Osman Sıdkı Efendi, Cerrahoğlu arazisinden bir yer beğenerek tekkeyi burada kurmak istediğini belirtmiştir. Şeyh Osman Sıdkı Efendi’nin çabasıyla ve köylülerin el birliği ile 1882 yılında inşaatına başlanan tekke 1883 yılında tamamlanmıştır. 500-600 lira masrafla meydana getirilen ve faaliyete geçen tekke çok sayıda mürit ve müntesibe de sahip olmuştur. Osman Sıdkı Efendi’nin irşat faaliyetleri ve Halvetiye tarikatının neşri daha önce dar’ül eşkıya (eşkıya yatağı) olarak anılan bölgeden eşkıyalığın kalkmasına ve bölgenin en az suç işlenen bir yer duruma gelmesini sağlamıştır.

Tekke’ye rağbetin artması, hemen yanı başında talebe ve misafirlerin kalması için ek bir binanın yapılmasını zaruri kılınca el birliği ile işe başlanmıştır. Daha çok ahşap malzeme kullanılarak yapımı tasarlanan binanın malzemesi halkın bağışları ile temin edilmiştir. Kimi ormanından ağaç bağışlarken kimi bu ağaçların kesim ve nakliyesini üstlenmiş, kimi binanın zemin katı için ilkel ocaklardan taş çıkartıp naklederken kimi de duvar işçiliğini yapmıştır. Bu günlerde Cimilit (Yağmurlu) Mahallesi’nde bir ormandan bağışlanan bazı ağaçların kesim ve nakliye işi için imece yapılmış, topluca ormana gidilmiştir. Çok dik olan vadi yamacından kesilen ve tomruk haline getirilen ağaçlardan biri, taşınırken köylülerin elinden kayarak yamaçtan aşağı yuvarlanmaya başlamıştır. Tomruğun yuvarlandığı yerin aşağısında bulunan evde ise yetim çocuklar bulunmaktaydı. Üzerlerine gelen ağacı görseler bile sarp arazide kaçacak yerleri olmayan bu yetimler ölümle burun buruna gelmiş ve ortalığı bir ölüm sessizliği kaplamışken; Şeyh Osman Sıdkî Efendi’nin ormanda yankılanan “Ya mübarek dur bi-iznillah” diye bağıran sesi herkesin kanını dondurdurmuş bu sesten sonra ağacın ön kısmı toprağa saplanıp dururken büyük bir kaza da atlatılmıştır. Fakat yaşadığı heyecan ve sarf ettiği olağanüstü güç, Osman Sıdkı Efendi’nin hemen orada hastalanmasına neden olmuş ve oradakilerin yardımı ile tekkeye getirilmiştir. Bu olaydan bir kaç gün sonra 1897 yılında vefat eden Osman Sıdkı Efendi, tekkenin yanına defnedilmiştir.

Yaşananlar halkı büyük bir üzüntüye sevk etmiştir. Tekkeyi yaşatmaya kararlı olan kişiler, kendilerine rehberlik edecek bir şeyhe ihtiyaç duyunca Osman Sıdkı Efendi ile birlikte bölgeye gelmiş Kalkandere’nin Aksu Mahallesi’nden Zırhlı Hüseyin Efendi tekkenin postnişinliği üstlenmiştir. Zırhlı Hüseyin Efendi’nin bu tekkede şeyhliğe başlaması ile ilgili iki farklı rivayet vardır. Bunlardan biri şu şekilde nakledilmektedir: Osman Efendi’nin anlattıklarını hatırlayan müritler kalabalık bir heyet halinde Kalkandere’ye gelerek Zırhlı Hüseyin Efendi’ye müracaatla tekkeye davet etmiş, Hüseyin Efendi de bu müracaatı kabul ederek tekkenin postnişinliğini üstlenmiştir. Diğer rivayet ise; müritlerin tekkelerine yeni bir şeyh tayini için Şeyh Aziz Ahmed Hakkı Efendi’ye müracaat ettikleri yönündedir. Şeyh Aziz Ahmed Hakkı Efendi de ihtiyaç duydukları şeyhi, çevre kaza ve vilayetlerde aramalarını söyleyince oluşturdukları ekiplerle bölgede araştırma yapmaya başlamışlar ve bir süre sonra o zamanki adıyla Karadere’nin Pasalet (Kalkandere-Aksu) köyünde böyle bir şeyhin olduğunu öğrenip kendisine müracaat etmişlerdir. Bunun üzerine Zırhlı Hüseyin Efendi, Göneşera’ye giderek tekkenin şeyhliğini üstlenmiştir.

Tekkede irşat faaliyetlerine devam eden Zırhlı Hüseyin Efendi, aynı zamanda tekkenin yanındaki medresede çevreden gelen talebelere Kur’ân-ı Kerîm ve din dersleri de vermeye devam etmiştir. 1916’da bölge Rus işgali altına girmeden az önce muhacir çıkanlara: “Nereye gidiyorsunuz? Kutup Karadeniz’dedir. Bırakıp nereye gidiyorsunuz?” diye söylediği ve tekkeden ayrılmadığı da rivayet edilmektedir.

Tekkenin şeyhliğine devam eden Zırhlı Hüseyin Efendi, yaşlanmaya başlamış ve son zamanlarında gözleri de görmez olmuştu. 80 yaşına kadar irşat faaliyetlerine devam ettikten sonra 1918 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Karadere’deki akrabaları cenazesini köyüne götürmek istemişler fakat tekkenin müdavimleri şeyhlerini vermeyerek Zırhlı Hüseyin Efendi’yi tekkenin ilk şeyhi Osman Sıdkı Efendi’nin yanına defnetmişlerdir. Tekkenin yanı başındaki bu mezarların üzerine önceleri duvarları ahşaptan türbe yapılmış, içten de sıva çekilmişti. Türbenin çatısı ahşaptan yapıldığı için zaman içinde tahrip olmuştu. Zamanla bazı mürid ve muhiplerin de defnedildiği bu alan daha sonra kubbeli ve beton bir türbe haline getirildi. Günümüzde türbe içerisinde Şeyh Osman Sıdkı Efendi ve Şeyh Zırhlı Hüseyin Efendi ile birlikte on kişi yatmaktadır. Bu kişilerin isimleri şunlarıdır: Cerrahoğlu Hacı Hasan Efendi (1830-1930), Cerrahoğlu Hacı Hüseyin Efendi (1851-1938), Cerrahoğlu Hacı Hasan’ın oğlu İsmail Çavuş (1857-1915), Cerrahoğlu Hacı Hasan’ın oğlu Hacı Mehmet (1858-1916), Cerrahoğlu Hacı Hasan’ın oğlu Hacı Ahmet (1869-1956), Trabzonlu Berber Hacı Osman Beşlioğlu (1911-1983), Zırhlı Hüseyin Efendi’nin torunları Hacı Mehmet Başaran (1905-1986) ile Hacı Hüseyin Başaran (1916-1981).

Zırhlı Hüseyin Efendi’nin vefatından sonra halifesi olan oğlu Cemal Efendi tekkeye gelerek tekkelerin kapandığı, 1925 yılına kadar buranın postnişinliğini sürdürmüştür. Tekke ve medreselerin kapatılmasından sonra bu mekânlar zaman zaman okul, ev, kiremit atölyesi ve ot deposu olarak kullanılmıştır. Tekkenin son şeyhi Cemal Efendi’nin oğlu Mehmet Başaran, Kalkandere Merkez Camii imamlığından emekli olduktan sonra buraya gelerek tekkenin yanındaki eski medresede Kur’ân kursu açmış ve 10 yıl kadar burada fahrî imamlık ve hocalık yapmıştır. 1986 yılında köyünde vefat edince vasiyeti üzere Göneşera’ye getirilerek, dedesi Zırhlı Hüseyin Efendi’nin de mezarının bulunduğu türbeye defnedilmiştir.

Kaynak: İshak Güven Güvelioğlu

0
be_endim
Beğendim
0
be_enmedim
Beğenmedim
0
_a_rd_m
Şaşırdım
0
sinirlendim
Sinirlendim
0
_ok_k_zd_m
Çok Kızdım
Zırhlı Hüseyin Efendi

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

53R - Rize Haber ve Havadis ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin