İçimizi, ormanlarımızı yakan sebepler kavrulduğumuz sıcaklıklarla birlikte dile getirilse de anlaşılmaz oluyor. Yangınların artmasını anlamlandıramıyoruz, mücadelenin etkisizliğini zamanında gerekli donanımlarla hazırlanıp çözemiyoruz. Erişilmesi zor tepelerde, birbirinden uzak noktalarda günlerce baş edilemez orman yangınları rastlantıya bağlanamaz. Nitekim bazı sabotajcıların yakalanmış olması bunu gösteriyor.
Sabotajlarda şantaj taktiğini çözüm süreçlerinde bile şimdi bir kolunu tiyatrolarla feshedeceği beklentisini oluşturan PKK parmağı kadar FETÖ hesaplaşması ve gizli kapaklı ilişkilerin yanında çok az da ihmallerin etkisi bulunduğu kaçınılmaz bir gerçektir.
Ama yangınlardan koruyucu olamamak ve yangınlarla mücadeleye adam gibi hazırlık yapmamış olmak devletçe en büyük zaafımızdır. İnşallah bu durumlarda imar izni, maden arama ruhsatı talepleri ile ülkeyi kıtlığa sokma ihanetleri yer almamıştır.
Devlet ve milletimize ihanet etmek için peşrev çeken güçlerin varlığını bir an için bile dikkatten uzak tutamayız.
Bu yıl Kırkpınar’da yine pek çok pehlivan peşrev çekip kispet bağladı. İzlenen güreşler sonunda nihayet baş pehlivan olan Orhan Okulu, Kırkpınar ağasından ödülünü aldı. Ağalar, bu durumlarda ödül dağıtabilecek paralı kişilerden seçilmektedir.
Şimdi dünyanın ağası olduğunu kabul ettiren Teksaslı kovboy, kimseye bir şey vermek şöyle dursun, haklı haksız her şeyi kendine almaya çalışıyor. Bir yandan Ukrayna’nın nadir toprak metallerine çökmek isterken, öbür yandan Ortadoğu ve Pasifik bölgesini düzenlemeye, Büyük İsrail Projesi kapsamında İsrail ile birlikte Orta Doğu bölgesindeki petrol, doğal gaz ve su kaynaklarını sömürmeye kalkışıyor. Her akıllı devlet Amerikan bizon sürüsünün önüne kattığı ilk hedef olmamaya çalışırken bu durum onu daha da pervasızlaştırıyor.
Ülkemiz, dünya ağasının açık ve gizli baskılarıyla, yakın geçmişteki denenmesiyle bizden götürdüklerine rağmen çöpe atılamamış, günü geldiğinde kullanmak üzere buzdolabına konmuş, yeniden bir ”çözülme sürecine” doğru savrulmaktadır. Zehri altın tas içinde sunarcasına topluma da ”terörsüz Türkiye” ambalajında janjanlı bir şekilde muhalefeti de ortak ederek sunmaya çalışıyorlar. Cumhur İttifakı çoktan AKP-MHP-DEM ve HÜDAPAR bileşenlerine ulaşmış, oluşturmaya karar verdikleri meclis komisyonunda yer alacak CHP ve diğer küsurat partileriyle meşruiyet kazanmayı gerçekleştirmek istemektedir.
Komisyonun adında bile ortaklaşabilmeleri sağlanamamıştır. ”Terörsüz Türkiye” DEM’e dokundu, barış ve demokrasi yahut kardeşlik ve dayanışma adlarından hangisi hoşlarına gider diye dertlenenler vardır. Aslında en doğru isim, ”TÜRK, ARAP VE KÜRT KOMİSYONU” olmalıdır. Daha doğrusu TÜRK kelimesini hemen şimdi çıkarmalarını önermek lazım. Hatta ARAP kelimesi dahi denklik açısından fazla bulunabilir.
TOM BARRACK ne der, diye öğrenip KÜRTLERLE BARIŞ KOMİSYONU desinler, uygun düşer. Nasılsa bir yanda Gazi Meclis’in kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti var, diğer yanda sanki onu alt etmiş ABD arkalı bir caniler örgütü var.
Türksüz Türkiye ile duramazlar, Türkiye ‘siz bir Anadolu Federal (yahut Birleşik) Devletleri çatısında buluşsunlar, dahası, Metin Külünk hemşerimizin yol göstericiliğinde Lozan sınırları dışındaki halita olan Osmanlı bakiyesini de sevindirmek için ORTADOĞU BİRLEŞİK DEVLETLERİ TOPLULUĞUNU kuruverip tantana ile ilan ediversinler! Bilindiği gibi, Rizeli, fıtratı gereği, en son söylenecek sözü, erken kavramasıyla ilkten söylemek ve ön almak alışkanlığındadır…
Hepimiz barış istiyoruz. Ama barış devletler arasında olur. Teröristle barış olmaz.
İstenen barış, “teröristlerin silahı bırakması için” bizim ülkemizin kimliğinden, üniter yapısından, anayasal düzeninden taviz vermemizi gerektiriyorsa, bu barış değil, teslimiyettir.
Öcalan ile PKK ve uzantılarının temsilcileri açıkça ne istiyor?
İki veya üç ortaklı bir devlet istiyorlar… Sanki Türkiye Cumhuriyeti devleti terör örgütü karşısında ağır bir yenilgi almış gibi cüretkarlar.
Erdoğan sıkça “Türk- Kürt- Arap iş birliği” sözleriyle bu projeye zemin hazırlıyor gibi. ”Üst kimliğimiz Müslümanlık” diyerek millet varlığı ile inanç kavramını aynı göstermektedir. Bir devlet kurumu da şaşkınlıkla karşılandığı gibi, ”Milletin Adı: TÜRKİYE!” yazan saçma afişleri caddelere astırarak ABD’Lİ Barak’ların yücelttiği (Yeni Osmanlı Millet Sistemine) bizi hazırlamaya kalkışıyorlar! Bizim pazarlıklarla ne kadar eksenimizden savrulabileceğimizi hep birlikte çok yakında göreceğiz!
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın ifadesiyle; “PKK terör şefleri bir yandan Türkiye’de anayasanın Kürtleri ayrı bir kurucu millet olarak tanımasını, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun en azından özerk bölge olarak PKK yönetimine bırakılmasını, Türkiye’yi ise birlikte yönetmeyi talep ediyorlar.
Suriye’de ise PYD’nin bir özerk bölge olarak kalmasında ve Öcalan tarafından yönetilmesinde ısrarcılar. Bunun dışında her şey detay.
Cumhur ittifakı ise bunu Türk Milleti’ne nasıl kabul ettireceğini bilmiyor.”
Bu taleplerin bazıları zaten 2009–2015 arası gündeme gelmiş, bazıları da hendek kalkışmasından sonra rafa kalkmıştı. Şimdi yeniden masaya konuyor. Ama masada ne eksik biliyor musunuz?
Anayasa 66. Maddede tarif edilen TÜRK MİLLETİ.
Halkın çoğu “etnik bölünmeye hayır” derken, bir avuç çevre “komisyon kurulsun, PKK talepleri konuşulsun, terör bitecekse egemenliğin kısmen devrine razı olalım” havasında.
Eğer TÜRK MİLLETİ sürecin dışına itilirse, bir sabah “özerklik oldu” haberini duyabiliriz.
Ama iş burada bitmez, milli refleks harekete geçer.
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’nun dediği gibi olur:
“Egemenlik hakkına tecavüz edildiğinde Türk Milleti direnme hakkını kullanır.”
Devletimizin tapu senedi olan Lozan Antlaşması yerine Sevr şartlarını dayatanlara karşı, “Mondros Mütarekesine ve Sevr’e karşı ne yapıldıysa o yapılır. Bu millet darbeye karşı direndiği gibi ihanete karşı da direnecektir.”
Hangi sebeple, hangi konjonktürden dolayı, hangi paradigmalarla olursa olsun, sürüklendiğimiz bu korkunç savrulmalardan sonra, ”Son sözü Türk Milleti söyler! Bu yüzden kimse Türk Milletine bir emrivaki yapmaya kalkışmamalıdır.”
Bursa’da 3 Ağustos’ta saat 18.00’de yapılacak partiler üstü ”Birinci Vazifen Mitingi” bu açıdan iyi bir gösterge olacaktır. Ya yelkenler suya değecek ya da birilerince gemi azıya alınacaktır!
”Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak!
”Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak?”
İnşallah, beklenen çocuk piç olmaz, doğuran anne de sağlığından olmaz! Allah, Türk Milleti için yar ve yardımcı olsun.
Bahattin KARAGÖZ

Bu durumu sorgulamak gerçekten önemli. Yangınların artışındaki sebepler konusunda daha fazla bilgi ve araştırma bekliyorum.
Yangınlarla mücadele konusundaki düşüncelerimi paylaştığınız için teşekkürler. Devletin hazırlık konusunda daha etkili olması gerektiğini düşünüyorum.
Görüşlerinizi beğendim, fakat barış konusundaki önerileriniz biraz uçuk görünüyor. Gerçekçi bir çözüm bulmak daha önemli.
Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edilemez. Bu yüzden dayatmalarla Türk Milletini bilinmez durumlara savuracak tavır, tutum ve tedbirleri ince eleyip sık dokumalıyız. Milletimizin her bireyiyle hak ettiği her çeşit demokratik hak ve hürriyet açılımını bölünme paranoyası olarak görmek kadar yanlışsa, tıpkı onun gibi Yeni Osmanlı Milleler Sistemi sayesinde büyümek aç gözlülüğü ile küçülmek de o kadar tehlikelidir…
Yazınızda bahsettiğiniz sabotajlar ve devletin hazırlıksızlığından gerçekten endişeliyim. Umarım bu konuda adımlar atılır.
Makaleniz içindeki sorunları çok iyi özetlemişsiniz. Yangınlarla mücadelede eksikliklerimiz bizi daha da zorlayacak.
Makaledeki bazı görüşlere katılmıyorum. Sorunun sadece yangınlarla sınırlı olmadığını düşünüyorum, ekonomik ve sosyal faktörler de çok önemli.