Bizim çocuklarımıza dünyaları vaadetsek memnun edemiyoruz; hep daha fazlasını istiyorlar. Çünkü varlık içinde büyümüşler yokluğu bilmiyorlar. Paylaşmayı bilmiyorlar çünkü tek başlarına büyüyorlar. Kıymet bilmiyorlar çünkü eskiyen veya biten şeyin yenden alınacağını , hatta daha iyisinin alınacağını biliyorlar.
Doyumsuzlar ama bu onların suçu değil aslında, bizim suçumuz. “ Ben çektim o çekmesin” kafasından bir türlü kurtulamadığımız için, çocukların önündeki bütün engelleri kaldırıyoruz. Peki doğru mu yapıyoruz?
Tırtılın kelebeğe dönüşme hikayesini biliyorsunuz değil mi? Kozasını kendi çabasıyla yırtıp çıkmayan tırtıl, kelebeğe dönüşemeden ölüyor; çalışıp çabalayan hayatta kalabiliyor.
Bugünün neredeyse hiçbir sorumluluk verilmeden yetiştirilen çocukları, yarınn bunalımlı gençleri… Her şeye itiraz eden, her şeyi karşıdan bekleyen, hedonist, hayatta kendinden başka kimsenin olduğunu düşünmeyen, zevk almak uğruna kutsallara sırt çeviren, asi; mutluluğu farklı yerlerde arayan bir gençlik ve bir insan tipi.
Yaklaşık son on yıldır bu tarz çocuklarla karşı karşıyayız. İşin ilginç yanı, velilerimize söz geçiremeyoruz… Aslında onlara durumu ve gelecekte karşılaşabileceğimiz şeyleri anlatabilsek durumun düzelmesi yolunda adım atabileceğiz ama olmuyor, yapamıyoruz. Çünkü “prens” ve “prensesleri”/ “kral” ve “kraliçelerinin”tahtlarının sarsılmasını istemiyorlar. Onlara anne baba olmak yerine “hizmetçi” olmayı tercih eden yığınla insan var; kimisi de çocuklarının kölesi olmuş farkında değil. Asıl acı olan, biz eğitimcilerin de kendileri gibi olmasını istemeleri; velilerle fikir ayrılıklarımızın büyük çoğunluğunun temelinde bu anlayış yatıyor.
Yazar – Başöğretmen